
Kocanın, eşiyle cinsel ilişkide bulunmamak üzere yaptığı yemin, kazâî boşanma sebeplerinden biri.
- ÎLÂ’NIN TANIMI
“İmkânı olduğu halde bir şeyden uzak durmak, vazgeçmek” gibi anlamlara sahip olan “elâ” kökünden gelen “îlâ”, if’âl babında “âlâ”nın mastarıdır ve “yemin etmek” demektir.
Mezhepler detaylardaki görüş ayrılıklarını yansıttıkları için farklı tanımlar yapmış olsalar da temelde îlânın eşler arasında ilişkiyi yasaklayan bir yemin oluşuna vurgu yapmışlardır.
Hanefîlere göre îlâ, kişinin karısı ile dört ay ve daha fazla bir süre için cinsî münasebette bulunmamaya yemin etmesi veya karısına yaklaşmayı meşakkatli bir işe bağlamasıdır.
Mâlikîlere göre de îlâ dört aydan fazlası için kişinin karısı ile ilişkiye girmemeye yemin etmesidir.
Şâfiîlere göre îlâ, talak ehliyetine sahip olan bir kocanın kendisiyle ila yapmış olacağı bir müddet için karısına yaklaşmamaya yemin etmesidir.
Hanbelîlere göre de îlâ, ilişkiye gücü yeten bir kocanın, yine ilişkiye gücü yeten karısıyla dört aydan daha fazla cinsî münasebeti terke dair Allah adına yemin etmesidir.
Görüldüğü gibi tanımlarda kocanın karısı ile cinsî münasebeti terke dair ettiği yemin temel alınmıştır. Hanefîler yemine konu olan müddeti ve ilişkinin meşakkatli bir şarta bağlanmasını da tanıma dâhil ederken, Şâfiîler hem yemin edilen müddete hem de yemin eden kocada bulunması gereken şarta; Hanbelîler ise Şâfiîlere ek olarak yemin lafzının mahiyetine vurgu yapmışlardır.
Bu tanımlardan hareketle bir fıkıh terimi olara îlâ, kocanın yemin veya bir şarta bağlamak suretiyle ve hususi şartlar çerçevesinde karısıyla cinsel ilişkiyi kendisine yasaklamasıdır10 şeklinde ifade edilebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de terim anlamında bir defa geçen îlâ (el-Bakara 2/226), Hz. Peygamber’in eşlerine îlâ yapmasına dair rivayet başta olmak üzere bazı hadislerde de yer almaktadır (aş.bk.). İslâm’dan önce Câhiliye Arapları îlâyı zıhâr gibi bir boşama yöntemi olarak uyguluyorlardı. Ancak bu yöntem geniş bir zamana yayıldığı için daha çok kadını baskı altına almak, ona zarar vermek için kullanılıyordu. Koca herhangi bir sebeple eşine kızdığında bir iki yıl veya daha uzun süreyle ona yaklaşmamaya yemin ediyor, süre bitiminde gerektiğinde yeni yeminle süreyi uzatıyordu. Îlânın sonuna kadar evlilik akdi devam ettiğinden kadın yeni bir evlilik yapma imkânı bulamıyordu. İslâmiyet, eşler arasında meydana gelen anlaşmazlıkların cinsel açıdan diğerini terk boyutuna varması halinde bu davranışın özellikle kadını mağdur etmemesi için belirli bir sınır getirmiştir. Eşlerin birlikte yaşayıp yaşamayacaklarına karar verebilmeleri amacıyla yeterli bir deneme süresi olan dört aylık bir zaman içinde dönüş olmaması ayrılık konusunda bir kararlılığa işaret ettiğinden sürenin bitiminde evliliğe son verilerek eşin serbest bırakılması sağlanmıştır. Bu bakımdan îlânın çağdaş hukukta boşanma sebebi sayılan terkle yakın benzerliği vardır.
- HUKUKİ DAYANAKLARI
Îlânın meşruiyeti Kitap ve Sünnet’le sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse şüphesiz ki Allah her şeyi çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Eğer boşamayı kastederlerse muhakkak Allah her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir” buyurulur (el-Bakara 2/226-227). Hz. Âişe’den nakledilen, “Resûlullah eşlerine îlâ yaptı ve kendisine helâli haram kıldı. Arkasından da haramı helâl yaptı ve yeminden dolayı kefâret verdi” (Buhârî, “Nikâḥ”, 91, 92, “Ṭalâḳ”, 21; Tirmizî, “Ṭalâḳ”, 21; Nesâî, “Ṭalâḳ”, 32) şeklindeki rivayet ve bu olayın ayrıntılarıyla ilgili hadisler îlânın meşruluğunun diğer delilleridir. Sade bir hayat yaşayan Hz. Peygamber eşlerinin bazı maddî taleplerinden dolayı üzülmüş ve îlâ yaparak onlardan bir ay uzak kalmıştır. Daha sonra nâzil olan Ahzâb sûresinin 28-29. âyetleriyle Resûl-i Ekrem’in hanımları, müreffeh bir hayat yaşamak üzere kendisinden ayrılmak veya Allah’ı, resulünü ve âhiret hayatının güzelliklerini tercih etmek hususunda serbest bırakılmış, bunun üzerine onlar da isteklerinden vazgeçerek Hz. Peygamber’le yaşamayı tercih etmişlerdir.
- ÎLÂ’NIN YAPILIŞI
Îlâ, kocanın eşine yaklaşmamak üzere Allah’a veya O’nun örfen yemin için kullanılabilen sıfatlarına yemin etmesiyle gerçekleşir. Koca, cinsî temastan uzak kalmayı kendisine ağır gelebilecek bir adağa yahut boşama gibi bir şarta bağlamak suretiyle de îlâ yapabilir. “Allah’a yemin ederim ki dört ay (altı ay veya bundan sonra, hayatta oldukça vb.) seninle cinsî temasta bulunmayacağım”; “Seninle temasta bulunursam üzerime hac (yahut bir ay oruç tutmak) farz olsun”; “Seninle ilişkiye girersem evliliğimiz sona ermiş olsun” gibi sözlerle îlâ meydana gelir. Bunlar, boşamada olduğu gibi niyete bağlı olmaksızın sonuç doğuran açık ifadelerdir. Îlâ niyeti bulunması halinde kinayeli ifadelerle de îlâ yapılabilir. Eşiyle ilişkisini kesmeyi kastederek söylediği, “Bundan sonra seninle bir yastığa baş koymam” gibi sözler bu nitelikteki ifadelerdir.
Hanefîler, Mâlikîler, yeni görüşünde Şâfiî ve bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel, îlânın yeminle birlikte adak ve şarta bağlı olarak da gerçekleşeceğini belirtirken Hanbelî mezhebinde meşhur olan rivayete göre îlâ ancak Allah’a yemin etmek suretiyle yapılabilir; zira şarta bağlama ne dilde ne de dinî açıdan yemin anlamında kullanılır. Hanefîler ve diğer fakihler ise kişinin bir davranışı kendisine zor gelecek bir şarta bağlamasının, onu bu davranıştan alıkoymadaki etkisi sebebiyle örf bakımından yemin sayıldığını söylemişlerdir. Kocanın yemin etmeksizin eşinden uzak durması îlâ sayılmamakla birlikte bazı hukukçulara göre kadın tarafından boşanma talebiyle mahkeme nezdinde şikâyet konusu yapılabilir.
- ÎLÂ’NIN RÜKNÜ
Hanefîlere göre îlânın rüknü bir tane olup o da kişinin karısı ile normal yoldan ilişkiye girmeyi kendisine yasakladığına delalet eden, Allah’ın ismiyle veya bir sıfatıyla yahut şart ve ceza ile edilen bir yeminle kuvvetlendirilmiş lafızlardır.
Diğer mezheplere göre ise îlânın rükünleri dört tanedir. Bunlar, îlâ yapan koca, yemin lafzı, üzerine yemin edilen şey ve îlâ müddetidir. Bunlara hakkında yemin edilen karı ve îlâ sıygası da eklenerek îlânın altı rüknü olduğu da ifade edilmiştir.
Bu noktada Hanefîler ve diğerleri arasında esasta bir ayrım yoktur. Zira Hanefîlerin tek rüknü, diğer mezheplerin rükün olarak belirlediği yemin eden koca, karısı, hakkında yemin edilen şey, kendisiyle yemin edilen lafız, îlâ sıygası ve îlâ müddeti unsurlarının hepsini içine almak durumundadır.
- ÎLÂ’NIN ŞARTLARI
Îlânın şartlarını, îlâ yapan koca, karısı, yemin lafzı, îlâ lafzı, yemin konusu ve yemin müddeti ile ilgili şartlar olarak altı başlıkta inceleyeceğiz.
5.A. Koca ile İlgili Şartlar
Kocanın karısına îlâ yapabilmesi için akıllı ve bâliğ olması gerekir. Köle olmak îlânın sıhhatini doğrudan etkilemese de alanını daraltmıştır. Müslüman olması ve cinsî münasebete güç yetirebilmesi konusu ise tartışılmıştır.
5.A.1. Ergenlik ve Temyiz
Îlâ yapacak kocanın ergenlik ve bulûğ şartlarını haiz olması gerekmektedir. Zira îlâ kendisine, yemine sadık kalınması halinde talak; yemin bozulması halinde ise yemin kefareti hükümlerinin taalluk edeceği bir uygulamadır. Îlâ yapacak kocanın Hanefîlerden Ebû Yûsuf (ö.182/798) ve İmam Muhammed’e (ö.189/804) göre talak ve kefaret ehliyetine, diğer fakihlere göre ise sadece talak ehliyetine sahip olması şarttır.37 Ayrıca îlâ ile ilgili ayette “Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler…”38 buyuruluyor. Yani kendisine îlâ yapılacak kadın, îlâ yapacak kişinin karısı olmak durumundadır. Boşamaya ehil olan kişi, karısı olan kişidir. Buradan da anlaşılacağı üzere îlâ yapacak kişinin boşamaya ehil olması gerekmektedir. Bir kimsenin talaka ehil olması onun akıllı ve bâliğ olmasını gerektirir.
Îlâ yapacak kocanın akıl ve bulûğ şartlarını taşımasının gerekliliği, henüz ergenliğe girmemiş küçük çocuğun ve mecnunun îlâsının muteber olmadığını gösterir.
Koca ergenliğe girmiş fakat akıl şartını tam olarak haiz değilse ne olacaktır? Zira akıl şartı tam olarak mevcut değilse kişi kendinden sadır olan sözleri idrak edemez, dolayısıyla yeminleri de bağlayıcı değildir.
Bu guruba girecek kişilerden olan ma’tûh yani bunamış kocanın îlâsı da mecnununki gibi sahih kabul edilmemektedir. Aslında ma’tûhun idrak ve temyiz kudreti olabilir fakat rüşt sahibi insanlarınkine ulaşamaz. Bu da temyiz kudretine sahip olup da ergenlik çağına girmemiş çocuğun îlâsı hükmünde olur ki bulûğ, îlânın sıhhati için şarttır.
Yine aşırı derecede korku ve sevinç gibi kişinin aklını kaybedecek kadar dehşete düşmesi durumlarında yapılan îlâ da geçersizdir. Böyle bir halde kişi ne dediğini, ne yaptığını bilemez ve bu infial hali söz ve fiilleri etkiler.
Bayılma ve uyku halinde yapılan îlâlar da geçersizdir. Çünkü bu esnada idrak ve anlama mevcut değildir.
Alkolün etkisiyle aklî melekeleri sağlıklı işlemeyen sarhoş kişinin îlâsı ise tartışma konusu olmuştur. Şayet koca zorlama veya zaruret nedeniyle yani helal yoldan sarhoş olmuşsa îlâsı ittifakla muteber değildir. Zira sarhoş bu haldeyken uykudaki kişi gibidir, idrak edemez. Hatta bu hal uykudan daha şiddetlidir zira uykudaki kişi uyandırıldığında uyanabilir fakat sarhoş ancak alkolün tesiri geçince uyanabilir. Uyuyan kişinin îlâsı sahih olmayınca helal yoldan sarhoş olanınki de evleviyetle sahih olmaz. Ancak sarhoşluk haram yoldan olmuşsa, kişi kendi isteğiyle sarhoş olana kadar alkol almışsa, Hanefîlerin çoğunluğu, Malikîler42, Şâfiîler43 ve Ahmed b. Hanbel’den (ö. 241/855) gelen bir rivayete44 göre bu kişinin îlâsı sahihtir. Hanefîlerden Züfer (ö.158/774), Tahâvî (ö.321/933), Kerhî (ö.340/952) ve Ahmed b. Hanbel’den gelen diğer rivayete göre ise sahih değildir. Onların bu konudaki delilleri, bir tasarrufun sıhhatinin sahih bir irade ve kasıt üzerine kurulması, sarhoşta ise bu iradenin bulunmayışıdır. Mecnundan sadır olan söze nasıl itibar edilemiyorsa sarhoşunkine de itibar edilemez. Tasarruflarını geçerli sayarak sarhoşa verilen ceza, onun ilgili tasarruf için muhatap olduğu kişiye zarar verir. Fıkıh bilginleri arasındaki bu ihtilaf sarhoşun talakı konusundan kaynaklanmaktadır. Zira yukarıda ifade ettiğimiz gibi îlâ yapacak kocada talak ehliyeti bulunması gerekir. Dolayısıyla sarhoşun talakını geçerli kabul edenler, îlâsını da geçerli kabul ederler.
İkrah yani zorlama halinde yapılan îlâyı ise Hanefîler dışındakiler geçersiz kabul ederken Hanefîlere göre bu îlâ muteberdir. İkrah halinde kişinin ihtiyar ve iradesi ortadan kalkmış değildir. Fakat tasarrufun sonucunu istememektedir. Hanefîler bunu delil alarak ve hâzilin yani ciddiyetsizce şaka yaparak konuşan kişinin talakına kıyas ederek mükrehin îlâsını geçerli kabul etmişlerdir.
5.A.2. Müslüman Olmak
Îlâ yapacak kocanın Hanefîlerden Ebû Yûsuf (ö.182/798) ve İmam Muhammed’e (ö.189/804) göre talak ve kefaret ehliyetine, diğer fakihlere göre ise sadece talak ehliyetine sahip olması gerektiğini ifade etmiştik. Kocanın îlâsının sahih olabilmesi için Müslüman olması şartının mevcudiyeti hususundaki ihtilaf da âlimler arasındaki bu görüş farklılığından kaynaklanmaktadır.
Şâfiîler, Hanbelîler, Caferîler ve Zâhirîlere göre îlâ yapacak kocanın Müslüman olması şartı yoktur. Zimmînin îlâsı sahihtir. Çünkü îlâ ayeti âmmdır. Müslüman olmalı şeklinde bir tahsis yoktur. Ayetten anlaşılıyor ki mûlî, yani îlâ yapan kimse yemin etmek suretiyle karısına yaklaşmaktan kaçınan, bu yeminin onu engellemesi ile de karısına yaklaşmama halinin uzadığı kimsedir. Zimmî de bu konuda Müslüman’dan farklı değildir. Evzâî (ö.157/774) de bu görüştedir.
Mâlikîler ise îlâda Müslüman olmanın şart olduğu görüşündedirler. Zira onlara göre gayrimüslimin talakı da sahih değildir. Bunun yanında gayrimüslimler kefarete ehil olmadıkları için yeminlerinin de bir bağlayıcılığı yoktur.
5.A.3. İlişkiye Güç Yetirebilme
Îlânın sıhhati için ilişkiye güç yetirebilme şartının aranması fıkıh bilginleri arasında ihtilaflı bir konudur. Îlâ yapacak koca ya ilişkiye mutlak manada güç yetiremez ya da geçici bir mani nedeniyle ilişkiden acizdir.
5.A.3.a. İlişkiden Mutlak Acizlik Hali
Kocanın iyileşmesi umulmayan bir hastalık ya da yaşlılık gibi bir özür nedeniyle cinsî münasebetten mutlak manada aciz olması halinde Mâlikîler, Şâfiîlere ait iki görüşten biri ve Hanbelîlere göre îlâsı sahih olmaz. Yani bu mezheplere göre kocanın ilişkiye güç yetirir olması şarttır. Zira îlâ, kocanın karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin etmesidir. Karısı bu yemin nedeniyle zarar gördüğü için îlâ hükümleri sabit olmuştur. Oysa böyle bir durumda koca, yemini vasıtasıyla karısına zarar veriyor değildir. Zira kendisi için imkânsız olan bir şeyi yapmayacağına yemin etmesi de yemin olarak kabul edilmemektedir. Bu, tıpkı kişinin taşı altına dönüştürmeye yemin etmesi gibidir ki böyle bir yemin münakid olmaz. 61 Caferîlere ait iki görüşten biri de bu şekildedir.
Hanefîler ve Zâhirîler ile Caferîlerin ve Şâfiîlerin ikinci görüşüne göre ise mutlak manada ilişkiden aciz bir kimsenin îlâsı sahihtir. Zira ayet âmmdır, bu kişilerin îlâsı muteber kabul edilmezse nassın hükmü iptal edilmiş olur ki bu da batıldır. Ancak şu var ki böyle bir kişi yemininden dönmek istediğinde fiilî olarak buna imkân bulamadığı için sözlü olarak döner. Bu da “Sana döndüm.”, “Gücüm yetseydi ilişkiye girerdim.” gibi ifadeler ile olur. Kaldı ki böyle olan kocanın karısına eziyeti ancak diliyledir, buna binaen telafisi de diliyle olacaktır.
Buna göre kocanın hasıyy veya mecbub olması halinde cinsî münasebetin mümkün olmasına göre îlâsının sıhhati değişmektedir. Şayet hasıyy olan kocanın cinsel organı ilişki gerçekleşebilecek kadar mevcutsa îlâsı sahihtir. Bu ölçü de mevcut olan kısmın haşefe kadar olmasıdır. Ancak bunun da mümkün olmaması halinde Mâlikîler, Hanbelîler ve Şâfiîlerin iki görüşünden birine göre îlâsı sahih değilken, diğerlerine göre sahihtir.
5.A.3.b. İlişkiden Geçici Acizlik Hali
Îlâ yapan kocanın cinsî münasebete geçici bir engeli varsa îlâsı sahihtir. Bu duruma kişinin ilişkiye girmesini engelleyen ve iyileşmesi beklenen bir hastalık ya da hapis durumu örnek olarak gösterilebilir.
5.A.4. Kölelik
Îlâ hakkında nazil olan ayet âmm olduğu için îlâ yapan kocanın hür ya da köle olacağı hususunda bir tahsis yoktur. Hürün de kölenin de şartları haiz ise îlâsı sahih olur. Ancak şu var ki kölelerin mülkiyeti olmadığı için, mala talik edilen îlâları geçersizdir. Örneğin “ Sana yaklaşırsam şu kadar sadaka vereyim.” veya “Sana yaklaşırsam bir köle azat edeyim.” şeklinde yaptıkları îlâları münakid olmaz. Zira bu onlar için imkânsız bir şey üzerine yemin etmek gibidir. Bu yemin, kabul edilmez. Şayet köle sadaka vermeyi zimmetinde deyn olacak şekilde zikrederek hanımına yaklaşmamayı buna bağlarsa bu, îlâ olur. Kölelerin oruç, talak gibi mal gerektirmeyen meşakkatli işlere bağlayarak veya sadece Allah’a yemin suretiyle yaptıkları îlâları ise ayetin umumundan dolayı geçerlidir.
5.B. Karı İle İlgili Şartlar
Îlâda aranacak şartlardan biri de kendisine îlâ yapılan kadının nikâhlı eş olmasıdır. Fasid nikâhlı bir kadına yapılan îlâ ile bâin talakla boşanmış olup iddet beklemekte olan yahut ric’î talakla boşanmış olup iddeti bitmiş bir kadına yapılan îlânın geçerli olmayacağı açıktır. Zira bu örneklerde nikâh mülkiyeti bitmiş, evlilik bağı kalmamıştır.
Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre îlânın sıhhati için zifafa girmiş olma şartı da aranmamaktadır. Zira ayet âmmdır. Duhulden önce ya da sonra şeklinde bir tahsis yoktur.70 Ancak Atâ (ö.114/732), Zührî (ö.124/742) ve Sevrî’ye (ö.161/778) göre duhulden önce îlâ sahih olmaz.
Îlânın sıhhati için hakkında yemin edilen kadın nikâhlı eş olmak zorundadır. Ric’î talak iddeti bekleyen kadın da fıkıh bilginlerince bu kategoride değerlendirilmiştir. Zira ric’î boşamayla boşanmış bir kadın ile kendisini boşayan kocası arasında nikâhın hükümleri kalkmış değildir. Bu sebepten böyle olan kadına talak veya zıhar yapılabilir yahut iddet süresince eşlerden biri ölse diğeri ona varis olur. Dolayısıyla bu durumdaki bir kadına yapılan îlâ sahihtir.
Îlânın sıhhati için kendisine yaklaşmamaya yemin edilen kadının cinsel ilişkiye müsait olmasının gerekliliği konusu ihtilaflıdır. Hanefî mezhebi dışındakilere göre kalıcı bir bedensel engel nedeniyle kendisiyle cinsî münasebet mümkün olmayan kadına îlâ yapılamaz. Zira bu imkânsız bir şeye yemin etmektir. Ayrıca ilişki zaten mümkün olmadığından kadın kocasının yemini nedeniyle zarar görüyor da değildir. Bu nedenle de söz konusu yemin ve îlâ geçersizdir. Kadında bulunan ve ilişkiye mani olan engellere retek ve karn örnek gösterilebilir. Hanefî mezhebine göre ise böyle olan bir kadına da îlâ sahihtir. Koca yemininden dönmek istediğinde bunu fiilen gerçekleştiremez ama fiile bedel olarak söz ile dönüş yapar. Bu da kadına “Sana döndüm” demesi ile gerçekleşir.
Kadının mecnun yahut ilişki mümkün olmayacak kadar küçük yaşta olması ise îlânın sıhhatine mani olmaz. Zira mecnun kadın ile ilişki mümkün olabileceği gibi tekrar aklî melekelerini de kazanabilir. İlişki mümkün olamayacak kadar küçük yaştaki kadın ise kendisiyle ilişkiye girilebilecek yaşa geleceğinden, hakkında yapılan îlâ sahih olur. Ancak şu var ki ilişkinin mümkün olmadığı mecnun kadın ve küçük kadın için îlâ müddeti işlemez. Hanefîlere göre ise müddet işler ve dört aylık îlâ müddeti bittiğinde yukarıda da belirttiğimiz gibi koca dönmek isterse sözlü dönüş yapacaktır. Kocanın dönmeyip yemininde ısrar etmesi halinde ise îlâ için beklenen dört aylık müddet sonunda kendiliğinden bir bain talak meydana gelecektir.
Bu sayılan şartlar dışında kadının hür ya da köle olmasının veya Müslüman olup olmamasının îlânın sıhhatine bir etkisi yoktur.
5.C. Lafızla ilgili Şartlar
Îlâ açık veya kinayeli ifadeler ve yazı ve dilsizin anlaşılabilir işaretiyle gerçekleşir. Sarih olsun kinaye olsun bütün ifadelerin şüpheye mahal bırakmayacak şekilde îlâya delâlet etmesi îlânın gerçekleşmesi için şarttır.
5.D. Yemin Edilen Müddet ile İlgili Şartlar
Eşinden ayrı kalma süresi ya mutlak olmalı veya Hanefîler’e göre en az dört ay, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise dört aydan çok olarak belirlenmiş bulunmalıdır. Dört aydan kısa süreli îlâ bir sonuç doğurmaz. Bu durumda koca süre dolmadan önce eşine dönerse yeminini bozmuş sayılacağı için sadece yemin kefâreti gerekir. Süre tamamlandıktan sonra dönerse yemin bozulmadığı için kefâret ödemesi de gerekmez. Îlânın dört ay ve daha fazla bir süreyi kapsaması durumunda koca dört ay dolmadan önce her an eşine dönebilir. Bu takdirde yeminini bozmuş sayılacağından kendisine yemin kefâreti gerekir. Eşlerin birbirine dönmesi ve evlilik hayatının devam ettirilmesi âyetteki, “Eğer hanımlarına dönerlerse şüphesiz Allah yarlığayıcı ve çok bağışlayıcıdır” (el-Bakara 2/226) ifadesinden de anlaşıldığı üzere teşvik edilmiştir. “Kim bir şeye yemin eder de başka bir davranışı ondan daha hayırlı görürse hayırlı olanı yapsın ve yemini için kefâret ödesin” hadisi de (Müslim, “Eymân”, 11-13) bunu teyit etmektedir.
- KOCANIN KARISINA DÖNMESİ: FEY
Kocanın eşine dönmesi öncelikle cinsî temasta bulunması ile, bunun mümkün olmaması halinde sözlü olarak döndüğünü belirtmesiyle gerçekleşir. Cinsel ilişkinin imkânsızlığı ya eşlerden birinin hasta olması, hapiste veya îlâ süresince ulaşılamayacak bir uzaklıkta bulunması, kocanın iktidarsızlığı gibi gerçek sebeplerden yahut kocanın ihramlı, eşinin hayızlı olması gibi dinî sebeplerden kaynaklanabilir. İlk durumda sözlü dönüşün fiilî dönüş yerine geçtiği konusunda görüş birliği vardır. İkinci durumda ise Hanefîler’e ve Şâfiî mezhebinde kuvvetli görüşe göre sözlü dönüş geçersiz, diğer mezheplere göre geçerlidir. Îlâ süresi içinde cinsel ilişkiyi engelleyen sebep ortadan kalkarsa sözlü dönüş hükümsüz kalır.
Eşine dönmesi halinde kocanın, diğer yeminlerde olduğu gibi bu durumda da ödemesi gereken kefâret on yoksulu bir gün doyurmak veya giydirmek yahut bir köle âzat etmektir; eğer kendisi yoksulsa arka arkaya üç gün oruç tutar (el-Mâide 5/89). Îlâ için yapılan yemin, “Seninle cinsî temasta bulunursam üzerime hac farz olsun veya bu takdirde sen benden boş ol” gibi bir adağa yahut bir şarta bağlanmışsa dört ay dolmadan cinsî temasla yemin bozulunca kocaya hac farz olur. Boşama şartına bağlamada ise yeminin bozulmasıyla evlilik sona erer.
Dört aylık süre dolduğunda îlâ genel amacına ulaşmış olur. Hanefîler’e göre bu durumda hâkime başvurmaya gerek olmaksızın kesin boşama meydana gelir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise îlâda dört ay tamamlanınca evlilik kendiliğinden sona ermez. Bu durumda kocanın eşine dönmesi veya onu boşaması gerekir. Her ikisini de yapmazsa kadın hâkime başvurarak ayrılık talebinde bulunur ve hâkim eşleri ayırır. Her iki durumda da bir ric‘î talâk meydana gelir. Bu konudaki görüş ayrılığı, âyette geçen “eğer dönerlerse” ifadesinin yorumundan kaynaklanmaktadır. Hanefîler bunu kocanın dört aylık süre tamamlanmadan, diğerleri ise dört ay tamamlandıktan sonra dönmesi şeklinde anlamışlardır. Eşlerin Hanefîler’e göre ancak yeni bir nikâh akdiyle, İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre ise iddet süresi içinde kocanın eşine dönmesiyle yeniden evliliklerini sürdürmeleri mümkündür.
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Nikâḥ”, 91, 92, “Ṭalâḳ”, 21, “Eymân”, 20; Müslim, “Eymân”, 11-13; Tirmizî, “Ṭalâḳ”, 21; Nesâî, “Ṭalâḳ”, 32; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, VIII, 179-192; İbn Abdülber en-Nemerî, el-Kâfî fî fıḳhi ehli Medîneti’l-Mâlikî (nşr. M. Muhammed Uhayd el-Morîtânî), Riyad 1400/1980, II, 597-603; Kâsânî, Bedâʾiʿ, III, 162-175; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 85-89; İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1970, VII, 315 vd.; Nevevî, Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Muavvaz), Beyrut 1412/1992, VI, 203-234; İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr (Bulak), III, 182-199; Bilmen, Kamus, II, 290-310; M. Mustafa Şelebî, Aḥkâmü’l-üsre fi’l-İslâm, Beyrut 1397/1977, s. 607-616; Abdurrahman es-Sâbûnî, Medâ ḥürriyyeti’z-zevceyn fi’ṭ-ṭalâḳ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Beyrut 1403/1983, II, 945-964; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1404/1984, VII, 535-555; Ali Ahmed el-Kalîsî, Aḥkâmü’l-üsre fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, San‘a 1414/1993, II, 109-119; Gerald Hawting, “An Ascetic Vow and an Unseemly Oath?: Ilā and Ẓıhār in Muslim Law”, BSOAS, LVII/1 (1994), s. 113-125; “Îlâ”, Mv.F, VII, 221-240
FAYDALANILAN KAYNAKLAR
Hamdi Döndüren, DİA, Îlâ, 22/ 61-62
Hamdi Döndüren, “Îlâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul:2000, 22/61-62
Hatice Şenyiğit, “İslam Aile Hukukunda Kocanın Karısına Yaklaşmama Yemini (Îlâ), Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya, (Yüksek Lisans Tezi), 2014.